9 Kasım 2013 Cumartesi

Kendini ve Kentini Yaratmak

"Bana göre aslında yaratmak, tanıtmaktır. Kendi ruhundan üflemektir.."



Zamanın içine kızlı-erkekli hapsolan insanoğlu, içgüdüleriyle beraber önce yalnız başına, daha sonra ihtiyaçlarından mütevellit geliştirdiği teknikler ve organizasyon ihtiyacıyla daha toplu yaşamaya çalışmış,  lokasyonunu gerekirse bir şehir, gerekirse atının üstü olarak belirlemiş, nerde gece orda sabahtan ziyade,  nerede kaynak orada hayat anlayışıyla şehirleri kurmuştur.

İnsan her zaman hikayelere ihtiyaç duymuş, efsaneler anlatmış, yazmış ve ya kurgulamıştır. Daha sonra efsanelerin yanına bir de "şehir" kelimesini eklemiş ve artık toplu yaşam kültürüne yeni bir boyut kazandırmıştır. Efsaneler anlatmaya kalkmayacağım tabi ki. Ama insanın şehirlerde yaşamaya başlamasıyla beraber kendini nasıl tanımladığına, nasıl yarattığına ve ayrıca kentin insandan neleri yansıttığına gelmek istiyorum.

 İnsanlar en önce kendi benliklerine yakıştırdıklarını mağaralarına işlemiş, av tekniklerini çizmiş, dini ritüellerini resmetmiş,  kendini ve yaşadıklarını tanıtan ne varsa geleceğe taşımaya çalışmıştır. Göçebeler atlarının  eğerlerine, savaş kıyafetlerine bunları resmetmiş, o da yanında taşımıştır. Bir nevi kendini anlatmıştır.

Biraz daha ileri sararsak kentlere geliriz. Kentlerde en ufak yapıtaşı olan insanın oluşturduğu organizasyonu resmetmiş. Buna örnek Rodos adasında var olduğuna inanılan(Age of Mythology oyanayanlar bilir), limana inşa edilen Colossus heykeli.. Kendisi güçlü, biscolata erkeğine benzeyen bir savaşçı ve zırhı altından... Tam nereye inşa edilmiş? Limanın girişine..

Altından olan zırh, insanların o şehirde temel geçim kaynağının ticaret olduğu, hangi ticari değere önem verdiği, limanın girişine yapılması, adayı savunma ihtiyacı ve düşmana gözdağı verilmek istendiğine delalettir.

İnsanlar zihninde inançlarında efsanelerinde  yaşadığı koca dünyayı, üzerinlerde yaşadıkları küçük şehirlere işlemiş, aslında bir nevi kendilerini tanıtmışlardır. Avrupa'daki süslü kiliseler, opera binaları, sanat galerileri, katedraller, ihtişamı ve zenginlikleri anlatan saraylar, dini ritüelleri ve azizleri anlatan devlet binaları, bizde bunlara örmek; camiler, topçu kışlaları.. Yani demek istediğim insanda hep kendini anlatma, yaşatma, ya da inandıklarını benimsetme kavgası var olmuş ve bundan mütevellit sanat, mimari ve kent ruhları ortaya çıkmış..

Bunun yanında insanlık şehirlerini yaratırken kendi içindeki başarısızlıkları da yaratmış. Kentleri ve insanı  surların, silahların koruyacağını sanmış,   ama esas olayın zihinlerdeki ince perdenin kalkması gerektiğini anlamamış.

Bana göre aslında yaratmak, tanıtmaktır. Kendi ruhundan üflemektir..

                                                                                                                     Çağrı Menderes


Hiç yorum yok: