4 Şubat 2012 Cumartesi

Mutluluk Enflasyonu


                     Bahçelerinde lahana ekenler bizden üç veya dört kat mutludurlar. - Rabelais


Enflasyon, satın alım gücünün düşmesidir amiyane tabirle.İktisadi bir terimdir ama ben onu burada iktisat ile ilgili olarak kullanmak istemiyorum.İktisat ile hiç sevişemedim çünkü.

Konuya “çağımızın hastalığı mutsuzluk” klişesiyle pek giriş yapmak istemesem de, tam anlamıyla gerçekten mutsuzluk bu çağın hastalığı bana göre de.”Doktor bey içim çok sıkılıyor.Hiç mutlu olamıyorum.Mutlu olmam gerekirken bile mutlaka mutsuzluk yaratacak bir sebep bulabiliyorum.Bunu yaşayanlar vardır mutlaka.Ya da “hep huzursuzum, paranoyağım”  gibi laflarla kendi beynini ve vücudunu yoran insanlar da mevcut, biliyorum şahsen.
Sürekli mutsuz bir insan olabilirsiniz.Sebebi maddi sıkıntılar, sağlık, hayal kırıklıkları vb. durumlar olabilir.Varlığı ya da yokluğu ile mutlu eden şeylere sahip olanlar da vardır.Ama hepsine sahip olan da mutsuz olamaz mı?Aslında burada tatminsizlik ya da manevi boşluk devreye giriyor.Tatminsizlik sahip olunanın daha fazlasını isteme ya da her sahip olduğundan sıkılma gibi şekillerde insana yerleşebiliyor.Tatminsizlik, sahip olunanın değerini bilememe ya da insanoğlunun her zaman daha fazlasını isteme gibi güdülerden besleniyor ya da doğuyor.Peki ya neyin tatminsizliği?Giysi, eğlence, aşk?Bu konuya girsem kapitalizmden girer, boş yaşamaya kadar ulaşırım.Konuyu farklı bir açıya itmek istiyorum, yaşımın ve içimde yaşadığımın ben de oluşturduğu düşünceyle..
Doğdunuz.Büyüdünüz.Kişiden kişiye değişse de hakkını ödeyemeyeceğimiz aile fertlerinin size karşı tutumları, baskıları ya da dayatmaları ile yetiştiniz.Size yansıttıkları ne varsa kalıcı oldu benliğinizde.Yedirip, içirip, büyüttüler ve çok daha fazlası.Hatta onları genellersek eğer bunlarla da kalmayıp çok önemli bir formül verdiler bizlere  iyi(eş + iş)=mutluluk.


                                            “İyi bir eşin olsun evladım, iyi de bir işin.” 


Metalaşan kent ile oluşan sosyal çevrelerin bu anonim söze ittiği bizleri hangi manevi duygular ya da iç huzur doyuracak? Peki ya bu denklem çökerse ne olur?Hadi herhangi biri etkisiz eleman oldu, o zaman ne olacak?

Bana bu denklem yanlış gibi geliyor.Bunlar, insanı gerçekten arayıp da bulduğu takdirde kısmen ya da geçici mutlu edeceği gibi, insan hayatının sadece eş ve iş ile kısıtlanmış, daraltılmış olamayacağını düşünüyorum.İnsan hayatına gelmenin amacı sadece iyi bir iş ve iş olmamalıdır ki zihinler ve dünya bu sayede parlak olsun.Dünya bizim  için var olan bir çevreyse eğer ve biz onun üzerinde yaşıyorsak, aldığımız her nefesin ona kaybeden bir geri dönüşü olduğunu unutmamalıyız.Ben bu sözün hedef gösterilmesini yanlış buluyorum.

                                
                                   ”Hayırlı  bir gelin/ damat getir bize, ailemize yakışsın.”



Pek kurcalamasak bu sözleri yüzeysel çok güzel anlamlar içeriyor aslında.Belirtmek isterim ki haksız olduklarından eleştirmiyorum.Bu kadar dar olmasından kıllanıyorum  sadece.Ha yukarıdaki cümlede biraz da bencillik seziyorum da neyse artık.

Konuyu doğaya çevirirsek..

Masaüstü fotoğraflarıyla bile  bize huzur veren doğa bu huzurun neresinde?

Metalaşmış kent ile mutlu olmanın formülü para ve iyi bir aile hayatı mı?Ben mutluluğun ve huzurun sadece bu dar kalıplara sığacağına inanmıyorum.İnsanın dünyaya  gelme amacı sadece “yaşasın, tüketsin ve ölsün” değildir.İnsan dengelemeli biraz da dünyayı..Bu yüzden alternatif yaşam tarzlarını beğeniyorum.Kalabalıklar arasında yalnız olmak değil de azlığın özlüğünü ve doğanın verdiğini geri dönüşümlü yaşamayı kastediyorum.Biraz da bohem tarza kaçıyor anlatmak istediğim.Sanat her zaman doğal olandan etkilenir ki bu da doğal olan insan içindir bence.Sanat toplum içindir demeyeceğim de, doğa bizim içindir ve insan da doğa içindir diyebilirim.Peki ya bu mutluluk formülüne doğa ile iç içe  yaşamayı soksak?

Bana anne ve babalarımızın iyi niyetle benimsediği ve dayattığı denklemi değiştirsek, bir resim tablosunun beyaz ve kırmızı renklerini sadece dar kalıplar içinde değil de ormanda, , deniz kıyısında, çam gölgesinde arasak huzur yakalayabiliriz diye düşünüyorum.Toprak ile üretsek, topraktan fikir üretsek? Doğanın kusursuzluğunun bir parçası olduğumuzu bile hissetsek kardır ki bu bile aile büyüklerinin istediklerini daha anlamlı kılıyor diye düşünüyorum. Denizlere açılmanın verdiği hazzı tadan bilir ki özgürlüğü orada tam anlamıyla hissedersiniz.İlkbaharda nedendir bilmem bi koku alır şehri bahar kokusu diye adlandırılan.Onun verdiği enerjiyi şehirde neyle harcarsınız?Gerçekten merak ettiğimden koyuyorum soru işaretini…

Doğaya ait olan mutluluk, insan doğasına ait olan çift olma güdüsü ve küreselleşmenin verdiği modern kölelikle mümkün olmaz.

Şimdi neden 2000 yıl önceki filozofların bulduklarını bilimin anca ispatladığını çözebildiniz mi? Doğadan aldılar feyzi, Nihat Doğan’dan değil.

Hiç yorum yok: